gecenin güzelliği. gecem. kalbim.

bu gece dolunay bütün güzelliğiyle gökte. gecenin zifiri koynuna güneşin ışığını lamba eyleyip ferahfeza süzülen ay’ın seyri şahane.

bir de ay tutulması vardı yine bu gece. yani; dünya, güneşle ayın arasına girdi bir süreliğine. dünya, aydan ışık alacağı bir vakitte ay’ın ışığına gölge düşürdü.

vaki. mukadder. geçici.

dolunay da benim. gece de. dünya da. gölge de. göz de. gönül de.

tam da böyle bir gecede kalbimin sesini sükunetle dinleyip kendime güzellikler, berrak görüşler, hafif içler, kolay akışlar diledim. ❤

bu gece kalbimin dileği ve kalbime dileğim:

kalbimin kadrini bileyim. kadrini: gücünü. kadrini: kıymetini. gücümü, kıymetimi kendi içimde bulayım. kalbimin sesini her an her hücremle duyayım, ona sahip çıkayım, varlığına ve biricikliğine şükredeyim, ışığını sunmasını, o ışığın gönlünce ve kendiliğinden yayılmasını seyredeyim. kalbimin ışığının etrafında içimdeki bütün sesler buluşsun & barışsın & kah şarkılar söyleyip dans etsinler kah sükunetle huzur bulsunlar…

kalbim nasıl isterse… öyle olayım. öyle seveyim. öyle seyredeyim âlemde ve âlemi.

kalbimin ne istediğini duyamıyorsam bazen -tutuluyorsa ay o anda- kalbimin bana fısıldadıklarını duyamıyorsam; onu duymama engel olan nem varsa bırakıp hafifleyeyim. bırakayım; o her neyse yoluna gitsin, ben kalbimle hasbıhale devam edeyim.

yorup yorulduğum, tutup bırakmadığım, keşke dediğim, reddettiğim, yargıladığım, öte ittiğim, bir vakitler yaşa(n)sa da şimdi ölü olan ve hala koynumda uyuttuğum, bir yerlerde unuttuğum ve hala varlığıyla/yokluğuyla kendimi avuttuğum ne’m varsa hepsini salıvereyim.

tamamlansın tüm o kancaların ömürleri, rehberlikleri, aynalıkları ve ben başımı alıp gittiğim yerlerde ağırl(ad)ıklarımı izlemeyi bırakayım. kalbimi alıp kendime geleyim bu sefer. yakına. eve. içeri.

kalbim. gecem. kimselerin göremediği, “yarıp da içine bakamadığı”, sade bana has olan ve bana bahşedilen. kalbim. karanlıkta. kıymetli şeyleri gözlerden gizleyen bir karanlıkta. en içerinin kuytu, emin karanlığında. karanlıkta, ama karanlık değil. güneşten ne kadar ışık alırsa o kadar parlak. o kadar ayna. o kadar lamba. seyri o kadar şahane.

kalbimin hafifliği olsun bu gecenin armağanı bana. ❤

bu gecenin, her dileyene sunduğu güzellik kalbinin hafifliği olsun. “herkesin bir kalbi var. durur içerisinde.” biricik. yegane. dileyen herkes kendi kalbini hatırlasın ve onun hatırını öyle bir saysın ki, bu gecenin hatırı ömürlük olsun. bu niyetlerle yola çıkanın kalbine verdiği söz daima hatırlanan olsun.

yaşayan ve yaşanan, ışıyan ve ışıtan bir yer olsun kalbim. “kalbimiz. hızla…”

peki ya ben?

istediklerinin senin isteklerin, yargılarının senin yargıların, korkularının dahi senin korkuların olmadığını -hepsinin bir süreliğine kullanmayı seçip alıntıladıkların, ödünç aldıkların olduğunu- fark ettiğinde… koccaaa bir boşluk açılıyor içinde. bir balon söndüğünde oluşan boşalmışlık gibi…

nasıl hissettin o son cümleyi okuyunca? boşluk, boşalmışlık, havası sönmüş balon?.. 

boşluk yerine “sürekli doluluk” yeğlemek de evreni kaplayacak kadar yaygın ve elden ele ödünç bir bakış açısı. kimse kimseye “tok musun?” diye sormuyor bu sebepten, “aç mısın?” diye soruyoruz, açsa doyuracağız hemen. mutluysa bir şey demiyoruz kimseye; mutsuzsa “nen var?!” diyoruz, hemen dikkatimizi çekiyor eksiklik, boşluk; “hemen doldurmak elzem”… -kendi içimize de böyle bakıyoruz keza. boşluk: “nayır nasla!”, doluluk: “oh, tamam.” 

neyse işte. içindeki boşluktan ürkmeyi (de görüp) geçebildiğinde, o ürküntünün de içine hep beraber üflediğimiz bir balon olduğuna ve sönüşüne çıplak gözle baktığında yani…  “benim” dediklerinin ve öyle zannettiklerinin “memnuniyetle ve özgürce benim” olmadıklarını anladığında… o zaman hayretle ve merakla, içindeki bomboş ve alabildiğine açık ufka bakıp şunu soruyorsun, gayriihtiyari -ve aynı zamanda ilk kez bu kadar ihtiyari:

peki ya ben?

ben ne istiyorum? tam şimdi, şu anda ve tam olduğum yerde…

**

bundan böyle, “boşluk”: içine nefes aldığın genişlik. 

kendime bir dönüşlü fiil ısmarlarım her duyuşumda.

dinlemekle dinlenmek aynı başlayan, adeta tek yumurta ikizi gibi iki kelime. hmm.. bir ilgileri, yakından bağları, enerjetik akrabalıkları var belli ki.

kendini dinlemeye “dinlenmek” diyebilirim bana sorsan. dönüşlü fiil bak. dinlenirken fail de fiilden etkilenen de aynı sen, aynı ben. kimse beni dinlendiremez yani gelip dışarıdan, bir tek ben yapabilirim bunu. hatta kimse beni benim gibi dinleyemez de. ne anlattığımı, neye sevinip üzüldüğümü, şu hayatı niye yaşadığımı; başından bugüne nerelerden gelip geçtiğimi en yakından bilen benim sonuçta. bilmek: yaşamak. dinlemek: ihtiyacını anlamak. neye ihtiyacım var? bunun cevabı ta(m) içeride.

yoruldun mu? bir günün sonunda, bir ilişkide, bir işin bir yerinde, bir halin içinden geçerken… yoruldun mu?

‘yoruldum’ diyorsa içimdeki ses: dinlenme zamanı. ne zaman ve nasıl dinleneceğimi, yorulunca bana neyin iyi geleceğini; kendimle nasıl ilgileneceğimi en iyi kendim bilebilirim: içimden bilebilirim.

kendimi dinlersem kendime yakın olabilirim. dinlemediğim, yani ne dediğini umursamadığım biriyle gerçek bir ilişki, derin bir yakınlık kuramam ya; bu en çok kendimle ilişkimde geçerli. kulaklarım genel olarak dışarı açık, demek ki kendimi iç kulakla dinleyeceğim 🙂 içime açık kulağım, gönül gözüm, kalbim daima benimle olacak nereye gitsem, ne yaşasam, nasıl hissetsem… her an, her yerde.

dinlenmek: bütün eforları & hedefleri & dış sesleri olduğu gibi bırakıp kendime sarılmak. tanıdığıma, sevdiğime, beni dinleyene sarılırım ya en ihtiyacım olduğunda; kelimenin beni döndürdüğü içim de tam öyle. “döner döner” sarılırım kendime.

kendi sesime aşina ise iç kulağım, dinliyorsam kendimi; ne zaman istersem, ne zaman ihtiyaç duyarsam (ve zaman zaman yorulduğumu hissettiğimde de) kendim hemen anlar bunu, sonra gönlümüzce dinleniriz baş başa. oh mis. *-*

ezcümle

bazen bütün bir kitabı tek bir cümle için okuyoruz. bütün bir deneyimi tek bir cümle için yaşıyoruz bazen. bütün seansı sonundaki tek cümle için yapıyoruz.. biriyle bize söyleyeceği ya da bizim ona söyleyeceğimiz tek bir cümle için tanıştığımız oluyor. bütün yolu bir cümleye varmak için yürüyebiliyoruz, yola çıkarken bilmesek de bunu.

diyebiliriz ki hatta: bütün ömrü tek bir cümle için yaşadığımız vaki. 🍃

on sekiz mayıs

başkasına göre hareket etmenin bin türlü hali var: ‘iyilik’ yapmak, ‘kötülük’ yapmak, kendini savunmak, onay ya da ilgi devşirmek.. açıkça ya da örtük bir şekilde ‘önce sen sonra ben’ demek.

ister o’ndan kork, ister o’nu arzu et, ister o’nun üstüne bas, ister o’na ‘destek’ ol, ister o’ndan alacaklı ol, ister o’na sürekli vermek zorunda hisset… 

bütün bu denklemlerde başkasını kendinden öne koymuş oluyorsun ve hal böyleyken senin eylemlerini başkasının durduğu/durmadığı yer belirliyor.

karartma geceleri. ☀️

okuduğum bir kitapta diyor ki: ‘kişisel gölgeler birleşince grup gölgesine, o da toplumsal hatta evrensel gölgelere dönüşür.’

içimizde ışığın girmesine engel kovuklar var. zamanında bir sığınakmış; dünyadan kaçıp içine girivermişiz ya da dışarı karşı güç toplamaya çalışmışız gözlerden ırak o yerlerinde içimizin.

gel zaman git zaman güne güneşe direnen, kendini karanlıkta güvende hisseden, ya da biri gelsin de onu oradan çıkarsın diye bekleyen birileri büyüyor içimizde o karanlıkların ahalisi. küçücükler, kişiseller en başta. fakat oradan yayın yaptığımızda âleme, âlem de kayıtsız kalmıyor, birilerine daha kendi gölgelerini hatırlatıyor o var oluş hali. sonra hep beraber ‘karartma geceleri’ “mode-on”.

gördüğümüz her yer, bizden başlayarak karanlık. ya da güneş önce içimizde doğuyor, sonra biz onu güne doğmuş görüyoruz.

ve yine, birimiz; sadece ben, sen ya da o yüzünü içindeki gölgeden içindeki güneşe çevirdiğinde her birimizin içinde biri güneşe dönüyor yüzünü. hep beraber(iz). kendiliğinden…

gece postası

kendine iyi bak geceleri. bir günü yaşadıktan sonra üzerinde ne kaldı günün gündeminden ya da getirip gösterdiklerinden? senden ne gitti, vakitten başka? enerjinden, sağlığından, nefesinden, neşenden, gücünden…

geceleri kendine iyi bak. sen dinlen diye geceye varıyor her günün sonu. gün boyu üzerine sinen, içine yerleşen; duyguna, düşüncene, bedenine doluşan tozdan topraktan arın diye sen, gece oluyor her günün sonunda. ✨

doldukça doldun ya, şimdi hepsini boşalt işte. düşünüp dertlendiğin, sevinip tutunduğun ne varsa… olduğu gibi bırakıver. bütün alışverişleri çıkar, kıyafetinle beraber,, baştan ayağa yıka her hücreni, aldığın ılık duşla. biraz sessiz kal, beş dakika bile olsa kendinle baş başa ol: sade’ce nefesini dinle.

sonra otağına sükunetle varacağın uykuya izin ver, seni koynunda ağırlasın. uyku, “iki yıldız arası göğe asılı hamak”, dünkü seni huzurla dinlendirsin. ve, yepyeni bir seni yepyeni bir güne usul usul hazırlasın. 

geceler sana iyi bakıyor, yeter ki sen iyi bak kendine, geceleri.. 😌🌠

14 mayıs

günlerden bugün, “özkeşif” blogunu resmen yazmaya başladım. bir süredir bendeydi, şimdi iç sesimin yankısı oldu, umuyorum zamanla seslerimizin ortak melodisi de oluverir. birlikte kelimeler, esler, sesler sunarız birbirimize burada. “içinden geleni söyle”, kalırsa -yazık olmaz da- kalmış olur yani. ^-^ neyse işte, burası kah günlük, kah güne eşlik, kah gülizar, kah dikenin gözünün içine sevgiyle bakma yeri olsun mesela. bazen öz’den, bazen güzden, bazen derinden, bazen yüzeyde birikenlerden bahsederken bulalım birbirimizi.

günlerden bugünün adına, “bitmeyen gün” demiş kadim kültürler. güneş de ay da en parlak ışığını sunuyormuş yılın bugünü evrene. ne saadet! 🙂 kutlanası, doya doya ışıkla yıkanılası, keyifle-heyecanla-neşeyle kendinde yeni kapılar açılası, içine açılıp dışına taşılası bir gün.

sevelim, sevilelim. böyle bir başlangıç olsun bu. ❤