on sekiz mayıs

başkasına göre hareket etmenin bin türlü hali var: ‘iyilik’ yapmak, ‘kötülük’ yapmak, kendini savunmak, onay ya da ilgi devşirmek.. açıkça ya da örtük bir şekilde ‘önce sen sonra ben’ demek.

ister o’ndan kork, ister o’nu arzu et, ister o’nun üstüne bas, ister o’na ‘destek’ ol, ister o’ndan alacaklı ol, ister o’na sürekli vermek zorunda hisset… 

bütün bu denklemlerde başkasını kendinden öne koymuş oluyorsun ve hal böyleyken senin eylemlerini başkasının durduğu/durmadığı yer belirliyor.

karartma geceleri. ☀️

okuduğum bir kitapta diyor ki: ‘kişisel gölgeler birleşince grup gölgesine, o da toplumsal hatta evrensel gölgelere dönüşür.’

içimizde ışığın girmesine engel kovuklar var. zamanında bir sığınakmış; dünyadan kaçıp içine girivermişiz ya da dışarı karşı güç toplamaya çalışmışız gözlerden ırak o yerlerinde içimizin.

gel zaman git zaman güne güneşe direnen, kendini karanlıkta güvende hisseden, ya da biri gelsin de onu oradan çıkarsın diye bekleyen birileri büyüyor içimizde o karanlıkların ahalisi. küçücükler, kişiseller en başta. fakat oradan yayın yaptığımızda âleme, âlem de kayıtsız kalmıyor, birilerine daha kendi gölgelerini hatırlatıyor o var oluş hali. sonra hep beraber ‘karartma geceleri’ “mode-on”.

gördüğümüz her yer, bizden başlayarak karanlık. ya da güneş önce içimizde doğuyor, sonra biz onu güne doğmuş görüyoruz.

ve yine, birimiz; sadece ben, sen ya da o yüzünü içindeki gölgeden içindeki güneşe çevirdiğinde her birimizin içinde biri güneşe dönüyor yüzünü. hep beraber(iz). kendiliğinden…

gece postası

kendine iyi bak geceleri. bir günü yaşadıktan sonra üzerinde ne kaldı günün gündeminden ya da getirip gösterdiklerinden? senden ne gitti, vakitten başka? enerjinden, sağlığından, nefesinden, neşenden, gücünden…

geceleri kendine iyi bak. sen dinlen diye geceye varıyor her günün sonu. gün boyu üzerine sinen, içine yerleşen; duyguna, düşüncene, bedenine doluşan tozdan topraktan arın diye sen, gece oluyor her günün sonunda. ✨

doldukça doldun ya, şimdi hepsini boşalt işte. düşünüp dertlendiğin, sevinip tutunduğun ne varsa… olduğu gibi bırakıver. bütün alışverişleri çıkar, kıyafetinle beraber,, baştan ayağa yıka her hücreni, aldığın ılık duşla. biraz sessiz kal, beş dakika bile olsa kendinle baş başa ol: sade’ce nefesini dinle.

sonra otağına sükunetle varacağın uykuya izin ver, seni koynunda ağırlasın. uyku, “iki yıldız arası göğe asılı hamak”, dünkü seni huzurla dinlendirsin. ve, yepyeni bir seni yepyeni bir güne usul usul hazırlasın. 

geceler sana iyi bakıyor, yeter ki sen iyi bak kendine, geceleri.. 😌🌠

14 mayıs

günlerden bugün, “özkeşif” blogunu resmen yazmaya başladım. bir süredir bendeydi, şimdi iç sesimin yankısı oldu, umuyorum zamanla seslerimizin ortak melodisi de oluverir. birlikte kelimeler, esler, sesler sunarız birbirimize burada. “içinden geleni söyle”, kalırsa -yazık olmaz da- kalmış olur yani. ^-^ neyse işte, burası kah günlük, kah güne eşlik, kah gülizar, kah dikenin gözünün içine sevgiyle bakma yeri olsun mesela. bazen öz’den, bazen güzden, bazen derinden, bazen yüzeyde birikenlerden bahsederken bulalım birbirimizi.

günlerden bugünün adına, “bitmeyen gün” demiş kadim kültürler. güneş de ay da en parlak ışığını sunuyormuş yılın bugünü evrene. ne saadet! 🙂 kutlanası, doya doya ışıkla yıkanılası, keyifle-heyecanla-neşeyle kendinde yeni kapılar açılası, içine açılıp dışına taşılası bir gün.

sevelim, sevilelim. böyle bir başlangıç olsun bu. ❤