güven

güven… sisteme güven; kendine güven. 🍃


kendine güven: sende meydana gelenlerin sen olmadığından emin olmak. yol arkadaşının -içinde uyanan hislerin, düşüncelerin- içi sıkıştıysa onunla öylece oturabilmek… bir yandan onunlayken bir yandan o anda yapmak durumunda olduğun işleri de yapabilmek, “seninleyim”i fısıldamak “onun” kulağına, ona bunu hissettirmek. eğer olur da bir yerde değersiz hissedip içeriden dışarı haykırdıysa; senin bedenini kullanarak kendini sende ve seninle gösteren bir şeyler yaptıysa, bir şeyler konuştuysa; taa yürekten “canı sağolsun” diyebilmek… işte bu dostlukla alıvermişsin sana verilen gücü eline. 💛 her şeyin idaresi sende şimdi. birileri kontrolden çıkar endişesi yok, “arada bir de çıkarsa çıkabilir, yapabilir iki gözümün çiçeği” rahatlığındasın. bir taraftan “o ne hissediyor ?” diye bakarken, bir taraftan neyi üretmeyi planladıysan ona doğru koyulursun yoluna. bir gün bi’ bakmışsın o da gelivermiş yanına. üreterek mutlu mutlu keşfetmek özünü… Öz’ü keşif  yolunda “acı çekerek olur bu işler” kalıbını bırakmak ne büyük özgürlük. Öz’ü keşfetmeyi bir sığınak olarak değil de bir tercih olarak seçmek ne büyük ferahlık, nasıl bir mutluluk! 😇


Öz’ü keşfin hiç bilmediğin bir şekilde olması, sürece aklının ermemesi, “keşfediyorum, ama bilmiyorum nasıl olduğunu; öylece oluveriyor.” demek. bilmek dediğin, görmek dediğin; dinlemek, duymak dediğin hep kafanda, kafan bedeninin 1/7 si belki. ancak o kadarcık yardımı olur sana düşündüğünün, gördüğünün, duyduğunun; diğer kısım senden öte, senden içeri. kalan 6/7 si ve hatta daha fazlası. orana gelmeyen genişlikte. iç orada, dış kafada. demek niye yapamıyorum diye tasalanmak boşa, endişe boşa. bir baksan göreceksin; aslında ne çok şey yaptın. nasıl yaptın, bilmeden, o malum (min.) 6’lık kısımla. niyet eden sen, kararlı olan sen, gerisi öylece oluyor, kafan bilmeden. 🧡

ÂN’DAN İÇERÛ

an’da bulunabilmek çok kıymetli. an’da yaşadıkça kendimi kendi özgürlüğüme davet ediyorum. hayatı olduğu gibi yaşamaya, ilişki kurduğum her şeyden tat almaya ve olayları/durumları nasılsa öyle, oldukları gibi görmenin netliğine adım atıyorum. bunların olmayışını yeterince deneyimledim hayatta. asıl olanın an’ın dışında (dünde ya da yarında) olmadığını; geçmişle geleceğin arasına sıkışıp kalmanın birçok sıkıntısını yaşadım, gördüm. bugüne kadar gördüklerimin mesajını alıp, gösterdiklerine şükredip alış verişimi dengeledikten sonra, yepyeniye heyecanla adım atmanın vakti geldi. içtiğim suyun, yediğim yemeğin kendimle ve kâinatla kurduğum ilişkinin tat-lı olmasını istiyorsam, şu andan itibaren üstünde “yeni an” yazan tabelayı takip ediyorum ve onun beni davet ettiği yolun yolcusuyum.

içinde bulunduğum yer -fiziki düzlem- maddi ve manevi boyutlara sahip bir varlık olarak yaşamla buluştuğum yegâne yer. beni an’dan koparan, zihnimin tetiklediği duygularla geçmişe ya da geleceğe gidiyor olmak. henüz yaşanmamış geleceği zihnin tasarlamasıyla belli bir kalıba ve tekrara hapsediyor olmak da bu denklemin sonuçlarından. peki nasıl anda olabilirim? mesela beş duyumu açarak; anda meydana gelen kokuyu, görüntüyü, sesi, tadı, dokuyu tadarak ve yaşadığım deneyimle o an buluşarak. geçmişten bir yargı ya da geleceğe bir atıfla anın deneyimini bulandırmayı bırakarak; çünkü anda her şey net, anda netlik var. anda seçim yaparak; çünkü anda özgürlük var. anda bedenime ve nefesime bakarak, çünkü bedenimle yaşamı tadıyorum ve her an nefes alıyor ve veriyorum. seçtiğim şeyi fark ettiğim anda ona dair bir adım atarak, içimde uyanan hayali maddedeki yansımasıyla buluşarak, çünkü an hem maddeyi hem manayı kapsayan. zaman zaman duygularımı derinden hissederek ve o zamanlarda dönüp duygularıma bakarak; onların varlığını görüp kabul ederek. bir duyguyu yaşayan yönüme “seninleyim” diyebilerek. ondan kaçmak yerine, onun anlattığını özenle dikkate alarak. bu duyguya bulanmaya ve onunla özdeşleşmeye bir meyil görürsem kendimde, bununla ilgili kendime özel tasarladığım bir hatırlatıcı belirleyerek. gerekirse kendime özel notlar alarak, ihtiyaç duydukça onları açıp okuyarak; gerekirse sesimi kaydederek, ihtiyaç duydukça onu açıp dinleyerek. “bugün nasıl yaşamayı seçiyorum?” gibi özgürleştirici bir soruyu sorup içimden gelenleri dinleyerek güne başlayıp, gün boyunca yaşayıp fark ettiklerim için şükürle geceye vararak. an’da sadece ve sadece (var olmanın) hafifliğini ve genişliğini tadarak… 

KISACASI:

geçmişi karıştırmak “out”, burada olmak “in”. çünkü esas olan kıymetli olduğun, esas olan varlığının bizzat değerli olduğu. memnuniyetsizlik, kıyas, değerli bulmamak zihinden. geçmişten. hatırla kıymetini, gücünü seç. yeniden doğdun (her) şu an, “hoşgeldin” de kendine. göz gezdir etrafa, kokla havayı, kulak ver seslere, dokun kendi eline; hatta tut elini. merkezde olan sensin, asıl varlığın olan Sen. seç şimdi, nasıl yaşamayı tercih ediyorsan onu seç.

1 atölye, 3 dilek

1. OL’ÂN’I BERRAK GÖREYİM

geçmişten bugüne getirdiğimiz ve şu anda da gündemimizi hala meşgul eden konular varsa, bu konularla hala alacak verecek davamız bitmemişse, bir açığı kapatmaya çalışırken başka bir yerden tekrar baş gösteriyorsa demek ki yolunda gitmeyen bazı şeyler var. ya da burada görmemiz/okumamız gereken başka şeyler var. ilk olarak bu durumu kabul etmemiz daha sonra benzer durumlarda bugüne kadar verdiğimiz tepkileri/davranışlarımızı tekrar gözden geçirip bunlarla yüzleşmeye, alış-veriş dengesini yeniden kurmaya ihtiyaç var. bu yenilik hayatımıza da bakış açımıza da etki edecek ve önümüzdeki sisli havanın dağılmasına, olanları daha berrak görmemize yardımcı olacak.

2.HAYRETİM DAİM OLSUN

başka insanlar bizim için çok kıymetli. değil desek de öyleler. en soğuk, en donuk insan bile başka insanlardan etkilendiğinden öyle biraz. hayatta doğru diye bildiklerimizin doğruluğundan emin olamazken, bu doğruluk algısıyla alıyoruz cephemizi ve istemiyoruz onun karşısında olan “başkaları”nı. aslında biz aklımızdakinden, bildiğimizden başka bir şey olmasını kabul edemiyoruz. o “başka” tadı bilmiyoruz. o “boş ama dolu” olmanın, hafif ve kendinde olmanın tadını, her şeyin güzel olmasının tadını… “bendekiler ve diğerleri” algısı engelliyor bizi. bir referans noktası o. o olmazsa nereye gidersek gidelim her zaman 10 olanı 5 görmek zorunda kalıyoruz ya da daha kötüsü -5 görüp sevmeyebiliyoruz. bunca kanıksamanın yerine, hayrete davetiye çıkarsak her şey bambaşka olabilir. sürekli hayret edenlerden olmayı dilesek ya.

3.HER ŞEY GÜLSE, GÜLLEŞSEM

huzurun kokusu burnumun ucuna geliyor ara ara, bir özlem depreşiveriyor o zaman: hasret bitiverse, kavuşuversem… sevgiyle yaşamanın tadına varsam, anın tadına; içim gülse, evim gülse bana, eşyalarım gülse, sabah uyandığımda odam gülse, tüm insanlar gülse, penceremden baktığım manzara gülse… böyle bir hal var biliyorum, halim böyle olsa… sevgiyi, saygıyı hissetsem en derinimde. o sevgiyle hemhal olsam iyice. gelecek gülse, geçmiş gülse bana. açılsa gönlüm, genişlese göğsüm. nefes alışım verişim, içime içime bir seyahat olsa… gezinsem içimdeki boşlukta. taşınsam bu güzelliklere, gül şehrine.

18.05.2021

bir uzvum olan zihnimin, tıpkı diğer uzuvlarım gibi doğal bir misyonu var. “hayatta kalmak isteyen ben”in en büyük yardımcısı hatta görünen sağlayıcı unsuru o. zihin bu “beni hayatta tutma” işini şöyle yapıyor: hayatımda ne varsa hepsini “benim için yararlı” ve “benim için zararlı” diye etiketleyerek. bir noktaya kadar her şey normal. sıkıntı, hayatı 2 kolon halinde gösteren zihin gözlüğünün gözüme yapıştığı; (“öyle veya böyle”) görünen her şey “bana göre ve bana dair” değilmiş gibi, kişisel gerçekliği nesnel gerçeklikmiş gibi önüme sürdüğü ve hayatımı ortadan ikiye bölen bir yargılama makinesine dönüştüğü yerde başlıyor. hal böyleyken, bitmek bilmez bir iyi-kötü tartışması dönüyor içimde. hem salt iyiyi arıyor gözüm hem de sanki her şeyin bir iyi hali varken bir de kötü hali varmış gibi -görünüyor-. bunun da belirleyicisi aslında benim kişisel algımdaki “olmasını istediğim” ve “olmasını istemediğim” ayrımı. davranışsal olarak öğrendiğim her şey, zihnimde iyi ya da kötü diye kodlanmış ya zamanında; şimdi’yi yaşarken dün’ün “iyi-kötü”leri şimşek hızında ortaya çıkıp otomatik kararlara dönüşmüş; her fırsatta kendi kısayollarını teklif ediyorlar. demek ki, “iste(me)k” kavramım da “öğrenilmiş bir dürtü”.

taktığım zihin gözlüğünün ayrımları: iyi-kötü. peki ya daha başka bir şeyler istediğinde gönlüm, yapabilir miyim bunu? zihnin beni korumak için her şeye yapıştırdığı iyi-kötü etiketlerinin ötesinde, “ne iyi ne kötü” bile demeyen, hayata bu ayrımla bakmayan görüyle bakmaya ihtiyacım var, gönlümün tatmini için. zihnimin böyle çalışmasını bile yadırgamadan “öylece (olduğu gibi) OLAN”ı gören bir bakışa… zihnimin yaptığı gibi, sadece bakmak ile (ve gördüğüm her şeyi kendimce yargılayıp yorumlamakla) mutlu mesut olmayı beklemem beyhude, iyiyi kötüden siyahla beyaz kadar ayırsam bile bununla tatmin olmayacağımı zihnimsiz bir yeriyle biliyorum içimin, -gönlüm belki orası, belki onun da içi. hal böyleyken, bakmakla yetinemem sadece; baktığımın içimde uyandırdıklarıyla, içime içimden açtığı kapılarla ilgilenmeyi seçiyor, OL’an’la olduğu gibi temasa geçmekten memnun olacağıma inanıyor o içimdeki yer.

zihnim hayatımda yerli yerine oturduğunda, hayatın akışına katılıp yaşamamın, yaşama katılmamın artacağını anlıyorum. o zaman, bana iyi gelen-gelmeyen ayrımını doğallıkla ve çabasızca kendiliğinden yapmam mümkün hale gelecek ve bu, beni yaşamdan alıkoymadan gerçekleşecek. hani kıyıdan bakarak değil de, bizzat içinde yüzerek yaşayacağım hayatın… 

yaşamımı sürdürmek için zihnimin bana hizmetinden istifade ediyorum. teşekkürler zihin! ama seni hayatımın her alanında tahta oturttuğum vakit, hayatın doğal akışından kopabiliyorum. seninle olan ilişkimi düzenleyecek olan benim, ve ben diyorum ki: doğal işleyişini doğal sınırlarında sürdürdüğün sürece hayatımda sana yer var. bunun ötesi: senin öten, benim aslım. ben aslında insan olarak sahip olduğum esas kaynaklara yer açmış oluyorum sana sınırını bildirerek. 

bakışım böylesine berraklaştığında (gözlüksüz gözümle, özümle) “görüyorum! görüyorum!”: içimde ya da dışımda olan ne eksik ne fazla. giren ya da çıkan bir şey yok aslında; bir adımım, diğerinin olmazsa olmazı ya da bir yaşadığım diğerinin devamı değil o zaman. gördüğüm görüntüler, yaşadığım olaylar birbirini tamamlamak zorunda değil. öyleymiş gibi gösteren de zihnimin bir başka kurgusu: süregelen zamanda birbirine ekli vagonlar gibi bir harekât hali. ilahi zihnim! zaman algısından ve “tamam ya da eksik”lerden beslenen sensin, ben değilim. bütün o şeylerden bağımsız bir düzlemde: her şey bende ve her şey anda. senin dediğin gibi olsaydı, içimden bir şey çıksa içerimde boşluk, içime bir şey girse içimde fazlalık olurdu. zaman zaman buna inandırıyorsun beni, kabul. o anlarda çok bocalıyorum. oysa içerimin tamlığını hissettiğimde,, dışarımda olan bitenler harikulade bir matematikle birbirini tamamlıyor. yaşadıklarım diğer yaşadıklarımın yapboz parçalarının tamamlayıcısı olmaya devam ediyor. ve mühim olan şu ki: hiçbiri diğerinden yukarıda ya da aşağıda değil; biri diğerinden daha önemli ya da daha önemsiz değil. her şey yerli yerinde, kendi parçasını oynuyor. 

zihnimden kendime döneceğim şimdi. madem bütün bunları kendimi hatırlamak, bilmek, keşfetmek için fark ettim ve bahsettim her birinden. şimdi sıra kıssadan hissede, yani aslolanda:

zihnimin beni güvenli sınırlarda tutmak adına çepeçevre sınırlamaya, dar perspektiften bakıp yaptığı sınırlı yorumlamalarla beni yönetmesine ve sürekli ayrıştırıcı düşünceler üretmekten hayatı olduğu gibi ve tam yaşamamaya çıkardığı davetiyeyi reddediyorum. yerine??? OL’anla olduğu haliyle buluşmayı ve bütün uzuvlarımla nitelikli bir ilişki geliştirmeyi koyuyorum, bunu seçiyorum. canım kendim… ❤ peki, her şeyimle ve her şeyle nitelikli ilişkiyi nasıl geliştirebilirim? bunun ilk adımları olarak: içimden yükselen sesleri ve bedenimi özenle dinliyorum. dinlerken kendimdeyim ve dinledikten sonra tüm seçimlerim özgür. yaşamsal ihtiyaçlarıma sağlıklı bulduğum ölçüde dilediğim kadar zaman ayırıyorum. eski hesapların etkisiyle üzerime almış bulunduğum bedensel, zihinsel, duygusal, enerjetik fazlalıkları; yükleri bırakıyorum. ve, daima hayatın şefkatli kucağında yaşadığımı hatırlıyorum.