ekim notları

bir süre kendimi dinlemek iyi geldi, içimden neyin gelip gelmediğine özenle ve yakından bakmak.. seçimlerimi ve eylemlerimi, alanımı ve ilişkilerimi buna göre düzenlemek… kendimi ne kadar da geçiştirmişim önceleri. birileri, bir şeyler olsun da ilgileneyim demişim; kendime de şöyle bir bakıp geçmişim. bu insanı bencil de yapıyor, biliyor musun. bunu şu an bu kadar net fark ettim. bencil olmak, dışarıdan talepkar, beklentili ve bunu hak ettiğini düşündüğü bir hali insanın. ya verdiğin için bekleme hakkı görüyorsun kendinde, ya da almaya hak gördüklerinin şımarıklığıyla yapıyorsun bunu. “ben senden önemliyim” ya da bir başka ifadesiyle dışarıdaki birine “önemli olan benim” demek bencillik.

önemli olan benim. ,, bunu kendine fısıldadığında şefkatle, sevgiyle, içtenlikle.. o sesin çağrısıyla, hatırlatmasıyla kendine neye ihtiyacı olduğunu soruyorsun. için sana cevabı söylüyor, onu kendine sen sağlıyorsun, bir yetişkin olarak. böylece kendine yeten, kendini önemseyen, dışarı çıktığında alacaklı hissetmek yerine paylaşımcı olan; kendini sevdiği sevgiyle başkalarına güzellikler sunabilen, hesabını kitabını kendi evinde zaten yaptığı & bildiği için ve “kasada açık olmadığı için” ilişkilerinde alma-verme dengesini doğallıkla kuran biri olarak sınırını da biliyorsun, sınırsız kaynaktan doya doya içmeyi de..

(s)e(V)mek

çiçeklerim nasıl canlıysa hayatımdaki her şey de öyle canlı. benimle olan her şey, ben nasıl bakarsam öyle var oluyor hayatımda. bedenim, evim, ilişkilerim, niyetlerim, işlerim… soyuttan somuta hayatımdaki (BENİM KENDİ HAYATIMDAKİ, yani BENİM ALANIMDAKİ) her şey BENİM ilgimle, ona güzel bakmamla ve bakımımla güzelleşiyor ya da ilgisizliğimle, özensizliğimle, gözden çıkarmamla kuruyup bakımsızlaşıyor. 

sevgiyle baktığım her yer ve her şey kalbimden kendiliğinden gelen özenli bakımla güzelleşiyor. çiçeği seviyorsam doğal olarak suluyorum. bu bir zorunluluk değil, doğal olarak akıyor elimdeki su çiçeğime. sevgi emekle tezahür ediyor. emek, kalpten kalbe uzanan yolu yürüme hali, -memnuniyetle, şevkle, seve seve. 

18.05.2021

bir uzvum olan zihnimin, tıpkı diğer uzuvlarım gibi doğal bir misyonu var. “hayatta kalmak isteyen ben”in en büyük yardımcısı hatta görünen sağlayıcı unsuru o. zihin bu “beni hayatta tutma” işini şöyle yapıyor: hayatımda ne varsa hepsini “benim için yararlı” ve “benim için zararlı” diye etiketleyerek. bir noktaya kadar her şey normal. sıkıntı, hayatı 2 kolon halinde gösteren zihin gözlüğünün gözüme yapıştığı; (“öyle veya böyle”) görünen her şey “bana göre ve bana dair” değilmiş gibi, kişisel gerçekliği nesnel gerçeklikmiş gibi önüme sürdüğü ve hayatımı ortadan ikiye bölen bir yargılama makinesine dönüştüğü yerde başlıyor. hal böyleyken, bitmek bilmez bir iyi-kötü tartışması dönüyor içimde. hem salt iyiyi arıyor gözüm hem de sanki her şeyin bir iyi hali varken bir de kötü hali varmış gibi -görünüyor-. bunun da belirleyicisi aslında benim kişisel algımdaki “olmasını istediğim” ve “olmasını istemediğim” ayrımı. davranışsal olarak öğrendiğim her şey, zihnimde iyi ya da kötü diye kodlanmış ya zamanında; şimdi’yi yaşarken dün’ün “iyi-kötü”leri şimşek hızında ortaya çıkıp otomatik kararlara dönüşmüş; her fırsatta kendi kısayollarını teklif ediyorlar. demek ki, “iste(me)k” kavramım da “öğrenilmiş bir dürtü”.

taktığım zihin gözlüğünün ayrımları: iyi-kötü. peki ya daha başka bir şeyler istediğinde gönlüm, yapabilir miyim bunu? zihnin beni korumak için her şeye yapıştırdığı iyi-kötü etiketlerinin ötesinde, “ne iyi ne kötü” bile demeyen, hayata bu ayrımla bakmayan görüyle bakmaya ihtiyacım var, gönlümün tatmini için. zihnimin böyle çalışmasını bile yadırgamadan “öylece (olduğu gibi) OLAN”ı gören bir bakışa… zihnimin yaptığı gibi, sadece bakmak ile (ve gördüğüm her şeyi kendimce yargılayıp yorumlamakla) mutlu mesut olmayı beklemem beyhude, iyiyi kötüden siyahla beyaz kadar ayırsam bile bununla tatmin olmayacağımı zihnimsiz bir yeriyle biliyorum içimin, -gönlüm belki orası, belki onun da içi. hal böyleyken, bakmakla yetinemem sadece; baktığımın içimde uyandırdıklarıyla, içime içimden açtığı kapılarla ilgilenmeyi seçiyor, OL’an’la olduğu gibi temasa geçmekten memnun olacağıma inanıyor o içimdeki yer.

zihnim hayatımda yerli yerine oturduğunda, hayatın akışına katılıp yaşamamın, yaşama katılmamın artacağını anlıyorum. o zaman, bana iyi gelen-gelmeyen ayrımını doğallıkla ve çabasızca kendiliğinden yapmam mümkün hale gelecek ve bu, beni yaşamdan alıkoymadan gerçekleşecek. hani kıyıdan bakarak değil de, bizzat içinde yüzerek yaşayacağım hayatın… 

yaşamımı sürdürmek için zihnimin bana hizmetinden istifade ediyorum. teşekkürler zihin! ama seni hayatımın her alanında tahta oturttuğum vakit, hayatın doğal akışından kopabiliyorum. seninle olan ilişkimi düzenleyecek olan benim, ve ben diyorum ki: doğal işleyişini doğal sınırlarında sürdürdüğün sürece hayatımda sana yer var. bunun ötesi: senin öten, benim aslım. ben aslında insan olarak sahip olduğum esas kaynaklara yer açmış oluyorum sana sınırını bildirerek. 

bakışım böylesine berraklaştığında (gözlüksüz gözümle, özümle) “görüyorum! görüyorum!”: içimde ya da dışımda olan ne eksik ne fazla. giren ya da çıkan bir şey yok aslında; bir adımım, diğerinin olmazsa olmazı ya da bir yaşadığım diğerinin devamı değil o zaman. gördüğüm görüntüler, yaşadığım olaylar birbirini tamamlamak zorunda değil. öyleymiş gibi gösteren de zihnimin bir başka kurgusu: süregelen zamanda birbirine ekli vagonlar gibi bir harekât hali. ilahi zihnim! zaman algısından ve “tamam ya da eksik”lerden beslenen sensin, ben değilim. bütün o şeylerden bağımsız bir düzlemde: her şey bende ve her şey anda. senin dediğin gibi olsaydı, içimden bir şey çıksa içerimde boşluk, içime bir şey girse içimde fazlalık olurdu. zaman zaman buna inandırıyorsun beni, kabul. o anlarda çok bocalıyorum. oysa içerimin tamlığını hissettiğimde,, dışarımda olan bitenler harikulade bir matematikle birbirini tamamlıyor. yaşadıklarım diğer yaşadıklarımın yapboz parçalarının tamamlayıcısı olmaya devam ediyor. ve mühim olan şu ki: hiçbiri diğerinden yukarıda ya da aşağıda değil; biri diğerinden daha önemli ya da daha önemsiz değil. her şey yerli yerinde, kendi parçasını oynuyor. 

zihnimden kendime döneceğim şimdi. madem bütün bunları kendimi hatırlamak, bilmek, keşfetmek için fark ettim ve bahsettim her birinden. şimdi sıra kıssadan hissede, yani aslolanda:

zihnimin beni güvenli sınırlarda tutmak adına çepeçevre sınırlamaya, dar perspektiften bakıp yaptığı sınırlı yorumlamalarla beni yönetmesine ve sürekli ayrıştırıcı düşünceler üretmekten hayatı olduğu gibi ve tam yaşamamaya çıkardığı davetiyeyi reddediyorum. yerine??? OL’anla olduğu haliyle buluşmayı ve bütün uzuvlarımla nitelikli bir ilişki geliştirmeyi koyuyorum, bunu seçiyorum. canım kendim… ❤ peki, her şeyimle ve her şeyle nitelikli ilişkiyi nasıl geliştirebilirim? bunun ilk adımları olarak: içimden yükselen sesleri ve bedenimi özenle dinliyorum. dinlerken kendimdeyim ve dinledikten sonra tüm seçimlerim özgür. yaşamsal ihtiyaçlarıma sağlıklı bulduğum ölçüde dilediğim kadar zaman ayırıyorum. eski hesapların etkisiyle üzerime almış bulunduğum bedensel, zihinsel, duygusal, enerjetik fazlalıkları; yükleri bırakıyorum. ve, daima hayatın şefkatli kucağında yaşadığımı hatırlıyorum.